DİSK başkan yardımcılarından biri açıkladı.. inşaat firmaları çalışanlarında tespit edilen corona vakalarını, hiç bir tedbir almadan memleketlerine gönderiyormuş.

Geçen hafta 601 sağlık çalışanının virüs taşıdığı söylendi şuan bu rakam kaç bilen yok.. ayrıca özel ve kamu hastaneleri hemşirelere zorla taahhütname imzalatıyormuş. içeriğide bu karantina sürecinde tespit ettikleri vakalar için gerekli tedbirleri aldıklarını ve hastanenin hiç bir sorumluluğunun olamadığını ifade ediyormuş vs.. 

Birde sağlık çalışanlarına 24 saat zorunlu çalışması için belge imzalatıyorlarmış ve de mesai içinde yemek arası veremedikleri için o cefakar insanlara reva gördükleri yemek ekmek arası patatesmiş. haberlerde resmini paylaşmışlardı 

Ayrıca bugün yine internette hatırlayamadığım bir sayfada Türkiye'de gerçek vaka sayısının 600 ile 900 bin arasında olduğunu söylüyordu.. Yani birkaç gün önce bizim haberlerde toplu mezar kazılmıştı, daha ölülerin çok az olduğu günlerden bahsediyoruz.. 

Geçenlerde çin'de ölen ve toplam vaka sayılarının açıklananın 40 ila 50 katı olduğunu söyleyen bir gazete muhabiri vardı.. yaa bizde de durum aynı ise.. 



Sibirya ismini duyunca bu kadar sevineceğimi bilemezdim.:))))

yaa arkadaş bir millete bu kadar ihanet edilmez altındaki araç mercedes ise dokunmaya korkar yüzsüz herifler ama sıradan bir vatandaşın aracı ise düşünmeden cesaretle alır giderler sebeb sade vatandaş onlara dokunamaz da ondan kaldı ki kimse dokunamasın da adil olmak koşulu ile yoksa abuk subuk sebeplerle hiç düşünemden sadece işine geldiği gibi hareket edip istediği aracı çekip gidememeli. bugün bir dostumun aracını çekmiş yine hadsizler sebeb durağa 15 mt uzak olması gerekiyormuş ki arkadaşım 10 mt mesafeye bırakmış ama şuan çok çok defa şahit oldum durağın tam önüne araç bıraklar ama kimse en küçük bir müdahalede bulunmaz eğer gerçekten herşey kurala göre yönetilecekse ki olması gereken o ama herkese eşit olmak kaydı ile kanun sana farklı bana farklı olursa onun adı kanun değil başka bişeydir kusura bakma.. vesselam

Mehmet hocamla bayadır ticaret yapmaktayız. Kendisinden çok memnunuz. Ahlakı dürüstlüğü ile bizi etkilemiştir. İnşallah uzun yllar fırsatlar düştükçe çalışacağız.

Sosyologdur. Doktorasını Oxford Üniversitesi'nde tamamladı. 

OECD'de istihdam politikaları ve çalışma koşulları üzerine araştırmalar yaptı.  

2017'den beri Mathematica adlı kurumda ABD hükümetinin istihdam ve aile politikalarının etkinliğini araştırmaktadır.

Çin uygurlu müslümanlara yaptığı zulüm yetmezmiş gibi şimdide kuran-ı kerimi kendi ideolojilerine ters geldiği gerekçesiyle değiştirme adı altında güncellemeyi düşünüyormuş. 

Belki şimdi islam ülkeleri sesini çıkarır mı diye umut ediyorum ama nafile. bakalımTürkiye den bir hamle veya ses çıkacak mı? 

Kızım sana söylüyorum "Başkanım" sen anla

Sayın Milletvekillerine ithaf olunur- Efendim, artık 68 yaşında, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir 'enayi' olduğumu itiraf ediyorum. Bana küçük yaşımdan itibaren 'beytülmal'ın mukaddesliğini öğretmişlerdi. Hiç kimse 'Devlet malı deniz, yemeyen domuz' dememişti.
Bütün ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle 'eşşek gibi' çalışmakla geçti. Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya uyuyamadım. Kimileri bana 'uykusuz müsteşar' adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama 'Ne akılsız adam yahu!' şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi.
Üzerinde 'T.C. Hükümeti' yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler. Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafam ve Elifim, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.
Meğer ben ne enayiymişim!...
***
Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur... Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında yemek yemezdim. Zira, burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim halde, aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim. Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım. O zaman 'beleş' cep telefonlarımız da yoktu.
Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal ettirirdim. Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım; hâlen evimde bu dönemlere ait -bronz plaketler dışındatek bir hatıra eşya göremezsiniz.
Benim anladığım mânâda siyasete 'Zengin girilir, fakir çıkılır'. Biz enayiler, devlet hizmetini ve siyaseti böyle anlıyoruz. Siyasî hayatımda önüme çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk edinmedim. Bilâkis, ANAP'taki Genel Başkanlık mücadelesinde, Bond çantalarda getirilen paraları reddederek, eşimin SSK kredisiyle aldığı Oran'daki daireyi; YDP'nin kuruluşunda da babamdan kalan Malatya'daki ev ile dedemden kalan Gaziantep'teki evin bana düşen hisselerini harcadım.
Bu arada, eşimin uzmanlığıyla ve alınteriyle hak ettiği 'Vakıflar Genel Müdürü' olarak tayin kararnamesini, nasıl engellediğimi de unutmayayım.
Sadece bununla kalsa neyse... ANAP döneminde, şiddetle muhalefetime rağmen çıkarılan 'kıyak emekliliği' reddedip tek maaşa devam ettim. Bu haksız uygulama hâlen devam ediyor. Başbakanlık Müsteşarı'yken, milletvekili maaşlarının buna göre ayarlanmasını gerekçe göstererek kendim için sözleşme yapmadım ve üç yıl müddetle emrimdeki daire başkanlarından bile daha az maaş aldım.
Meğer ben ne enayiymişim!...
***
Şimdi 70'ine merdiven dayadım. Hâlâ kirada oturuyorum. Kendime ait tek mülküm kitaplarım... Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda 'Dikili ağacım dahi yok'. Hizmet hayatım boyunca, muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği, 'Bu fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?' lâfım vardı.
Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık duyduğumu sanmayınız. Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün olabilse gene aynısını yapardım.
Beni bütün 'enayiliğime' rağmen kimseye muhtaç etmeyen Yüce Allahıma hamd ediyorum.


demekki siyasette böyle güzel insanlar varmış ... VESSELAM  


NUR İÇİNDE UYU SAYIN HASAN CELAL GÜZEL

Bu kulaklar "biz Orta Doğu ülkesiyiz" lafını işitti. Başkalarının tanımlamaları artık hiç şaşırtmıyor... Kendine/tarihine/konumuna yabancı bir millet...

Sahi, düne kadar Türkiye İran falan olacaktı asdfghjk :D

Lisansını Boğaziçi Üni. İnşaat Müh. ve Endüstri Müh. alanlarında bitirdi. 

Yüksek lisansını UC Berkeley’de Sistem Mühendisliği alanında yapıyor. 

Aynı zamanda da, şu an UC Berkeley’de Enerji Sistemleri ve Akıllı Şehirler üzerine çalışmalarına devam ediyor.

HP Dell ve Lenovo gibi markaların Business Class modellerini % 40-50 indirimle satan fevkalade güvenilir firma.

Lisans İÜ-MBG, master 3 ülkede, Joint Master in Neuroscience programında burslu olarak yaptı. 

Doktorayı Berlin-MDC'de Microglia'da cinsiyet farklılıkları üzerine çalışarak aldı. 

Şu an Harvard'da Neuro-İmmünoloji ve Alzheimer üzerine araştırmalar yürütüyor.

Öğretmenin o bakışı durumu özetliyor. herkesin elinde bir telefon var en ufak bir şeyi hemen internete düşürüyorlar o yüzden eğitimciler bence çok münakaşaya girmek istemiyor öğrencilerle. Her şeyden soyutlanmış duyarsız, saygısız, kafasına göre davranan bir gençlik yetişiyor.

Dünyanın 3/5'i sularla kaplı ama dünya su sıkıntısı çekiyor.. bu ayıp insanlığa yeter de artar bile.. 

Birde siyasi iktidarlar ve dünyadaki hükümetler bu konularda maalesef yeteri düzeyde koruma sağlayamıyor ve hatta ekonomik büyüme yalanı ile daha fazla tüketime teşvik ediyor..

Küçük bazı örnekler vermek istiyorum..

Hollanda'da kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Water Footprint Network'ün verilerine ve Fortune'un analizine dayanarak, 225 gramlık bir hamburgerin üretimi için 3 bin 668 litre su gerekiyor.  Ortalama bir tişört için gereken 250 gramlık pamuğu üretmek için 2 bin litre su harcanıyor. 

O halde ne yapmalı, tüketim alışkanlıklarımızı ve miktarını A-ZALT-MA-LI-YIZ... 

Bir noktada patlayacak gibi geliyor ama nerede.. yada bu sistemler genişleyecek ve bankalar bitecek.. 

Getir firması 1 yıldan uzun bir süre önce dikkatimi çekmişti, hatta biraz inceledim ve ışık vaad eden bir proje olduğunu düşündüm.. hatta bir vesile ile bana teklif edildi ama hem maddi nedenlerden hamde ileride alkol satma niyetlerini duyunca o yatırımdan vazgeçtim.. 

Ancak çok ciddi yatırım ve sabırla bekleyen getir yönetimi sanırım sonunda güzel günleri gördü daha da görecek gibi.. 

Motorcuların bahşişleri ile ilgili bir konuda beni üzmüştü ama o yalnış anlamada sanırım düzeltildi.. malum birler emek veren ve çalışan insanların alın terine saygılı bir gelenekten geliyoruz ki bu kırmızı çizgilerden biri olmalı..

Getire başarılar dileriz..